Bediüzzaman Said Nursî / Şerh: El-Hâc Molla Muhammed Ali Doğan
Risâle-i Nûr’un bir şaheseri olarak kabul edilen Onuncu Söz, Haşir Risalesi; ihtiva ettiği tevhid, haşir, nübüvvet ve adalet gibi konular itibariyle, mü’minlerin imanını takviye ve şüphesi olanların şüphelerini izale bakımından eşsiz bir hizmeti ifa ediyor.
بِسْـــمِ اللهِ الرَّحْمَنِ الرَّحيِمِ
Şerhini yaptığımız “Onuncu Söz-Haşir Risâlesi,” îmânın iki mühim kutbundan birisi olan haşir rüknünü, aklî ve mantıkí delîllerle isbât eden, akıl ve kalbin mezciyle bu hakîkat-i âliyeyi zihne takrîb eden Risâle-i Nûr’un bir şâheseridir. Müellif (r.a)’ın bu eserde takib ettiği metod şudur ki: Evvelâ âsârı eline alır. Âsâr üzerinde ef’âl-i İlâhiyyeyi isbât eder. “Fiil, fâilsiz olmaz” káidesine binâen, ef’âl üzerinde esmâ-i İlâhiyyeyi isbât eder. Daha sonra haşir mes’elesini o esmâ üzerine binâ eder. İnâyet-i Rabbâniyye ile bu eseri şerhederken, Risâle-i Nûr’un başka yerlerinde bulunan îzâhları bir araya toplamakla beraber, hem aklî ve naklî delîlleri serdettik. Hem de haşre dâir bir kısım âyât-ı Kur’âniyyeyi de mevzû münâsebetiyle zikrettik. Ancak getirdiğimiz âyetler mahduttur. Zira haşre delâlet eden âyetler, Kur’ân’ın üçte birine muâdildir. Kitâbın hacmi büyük olmasın düşüncesiyle, o âyetlerden yalnız nümûne olarak bir kısmını zikrettik. Bir kısmının da sadece âyet numaralarını vermekle iktifâ ettik. Siz okuyucularımız, zikredilen âyetleri me’haz alarak, bu mânâdaki diğer âyetleri bulup haşir hakîkatının azametini onlarla daha iyi anlayabilirsiniz. Zira her mes’elede olduğu gibi, haşir hakkında da en evvel birinci söz, Allah’ın kelâmına aittir. Diğer bütün açıklamalar ise, Kur’ân’ın tefsîri hükmündedir. Evet, hakkında bu kadar âyât-ı Kur’âniyye ve delâil-i kat’iyye bulunan bir mes’ele, aslá şek ve şüphe götürmez ve götürmemeli. Haşr-i cismânî, ism-i a’zamdan ve her ismin a’zamlık mertebesinden gelmektedir ve bin bir ism-i İlâhîye dayanmaktadır. Onuncu Söz-Haşir Risâlesi’nde ise, o esmânın bir kısmı ile vücûb-u vücûd ve tevhîd isbât edilmekte, haşr-i cismânî bunun üzerine binâ edilmektedir. Zira tevhîd-i İlâhî, haşr-i cismânîyi iktizâ eder ve tevhîdin bütün delîlleri, aynı anda haşrin de delîlidir. Bu cihette tevhîd “Mânâm haşirsiz olmaz” diye bizlere ilânât yapmaktadır. Şu kâinâtın gidişatına dikkat eden bir insan, içinde iki unsurun devamlı olarak birbiriyle mücâdele hâlinde olduklarını, bunların bir tarafa doğru akıp gittiğini görecek, neticede bir gün bu iki unsurun birbirinden ayrılıp Cennet ve Cehennem şeklinde karâr kılacaklarına hads-i kat’î ile inanacaktır. Evet, gece-gündüz, kış-yaz, nâr-nûr, sıcak-soğuk, güzel-çirkin, hayr-şer, îmân-küfür, mü’min-kâfir, melek-şeytân gibi unsurların birbiriyle çarpışması bu dâvâmızı isbât etmektedir. Kezâ bu eser, bu asırda îmânı za’fa uğramış, teslîmiyyeti kırılmış olan mü’minlerin, haşr-i cismânî hakkındaki îmân ve teslîmiyyetlerini takviye eden bir eserdir. Kur’ân’a baktığımız zaman, ehl-i küfür ve dalâletin inkârlarının temelinde, haşir ve neşir rüknünü inkârın yattığını görürüz. Zira ehl-i küfür ve dalâlet, böyle muazzam bir hakîkatı akıllarına sığıştıramadıklarından, bu mes’eleyi istib’âd ile inkâr ediyorlar. Halbuki bu eser ve şerhi, kat’î olarak isbât etmiştir ki; haşr-i cismânî, hem bütün esmâ ve sıfât-ı İlâhiyyece, bâhusûs kudret-i İlâhiyyece gáyet kolay, hem tekvînen gáyet münâsib ve rahat, hem teklîfen binlerce âyâtla müdellel ve enbiyâ, evliyâ ve asfiyânın sâdık ihbârâtı ile müberhen, hem fıtrat-ı selîme ve akl-ı müstakímce gáyet ma’kúl, hem insanın nihâyetsiz acz ve fakrı noktasında gáyet elzem ve münâsibtir. Bütün bu noktalar isbât eder ki; haşr-i cismânî vukú bulacaktır ve vukúu nihâyet derecede zarûrîdir. Şu kâinâtın Hâlık’ı, âsârının şehâdetiyle nihâyetsiz bir hikmet ve rahmete mâliktir. O Hakîm ve Rahîm isimleriyle müsemmâ olan Zât-ı Akdes, şu nihâyetsiz hikmet ve rahmetini zîşuûra ders vermek için, peygamberleri ve onların başında Resûl-i Ekrem (a.s.m)’ı, semâvî kitapları ve onların başında Kur’ân-ı Azîmüşşân’ı rahmeten irsâl ve inzâl buyurmuştur. Bütün peygamberlerin ve münzel kitapların en hakîkî dâvâsı, tevhîdden sonra haşir üzerinde temerküz etmektedir. Şâyet haşir gelmezse, Allah o nihâyetsiz hikmet ve rahmetini, abesiyyete ve merhametsizliğe inkılâb ettirmiş ve bütün peygamberleri ve münzel kitapları da yalancı çıkarmış olacaktır. Yani bin kere hâşâ! Hem Kendisini, hem de o sâdık dostlarını tekzîb etmiş olacaktır. Bu ise nihâyetsiz bir çirkinlik ve sâdık dostlarına karşı bir hakárettir. Bütün kemâl ve cemâl sıfatlarıyla muttasıf olan bir Zât-ı Akdes, elbette böyle bir çirkinliği ve hakáreti işlemekten münezzehtir. O hâlde haşir ve neşir haktır, mîzân haktır, muhâsebe haktır, sırât haktır, Cennet ve Cehennem haktır ve bu zikredilen hâdiselerin vukúu kesindir. Bu mes’ele asla şek ve şüphe götürmez. Demek hikmet ve rahmet-i Rabbâniyye ve hikmet-i hilkat-i âlem, ancak haşr-i cismânî ile tahakkuk eder. O Rahîm-i Mutlak, sadece Resûl-i Ekrem (a.s.m)’ın ubûdiyyeti ve duâsı için de olsa, yine O’nu ve O’nun etbâını mes’ûd etmek için, dünyânın kapısını kapatacak, âhiretin kapısını açacak, nev’-i beşeri bütün yaptıklarından dolayı mahkeme-i kübrâya çekecek, muhâsebe-i a’mâl neticesinde onları ya Cennet’le mükâfâtlandıracak, ya da Cehennem ile cezâlandıracaktır. Bu, O’nun esmâ ve sıfâtının, bâhusûs nihâyetsiz rahmetinin iktizâsıdır. Her bir mü’min, bu haşir akidesine göre hayâtını tanzîm etmeli, bunun için kitap ve sünnetin tâyin buyurduğu ölçüler dâhilinde hareket etmeli, şirkin bütün envâ’’ından, her türlü meâsî ve şübehâttan şiddetle uzaklaşmalıdır. Îmân, ibâdet ve takvâ ile şu kısacık dünyâ hayâtını geçirmeli, rızâ-i İlâhîyi tahsîl etmeye gayret göstermeli, böylece selâmetle kabir kapısını çalıp, rahat-ı kalble saâdet-i ebediyyeye girmelidir. Yâ Rabbî! Bizi hidâyete ermiş olan sâlih kullarından eyle. Âmîn
1183 sayfa, şamua kâğıt, 17 x 24 cm ebadında, lüks bez cilt. (Semendel Yayınları)