Bediüzzaman Said Nursî / Şârih: Muhammed Doğan
Hz. Peygamber Efendimizin (asm) nübüvvetini kabul ve tasdikin ehemmiyeti. Allah’ın bazı isim ve sıfatlarına dayanan nübüvvet müessesesi, kâinatı ve Yaratıcısını tanımada, insanı yokluk ve vahşet karanlıklarından kurtarmada temel kaynak teşkil ediyor.
Cenab-ı Hakk’ın tevfîkı ile kaleme aldığımız “Haşir Risâlesi İkinci İşâret’in Şerhi” adlı bu eserimiz, nübüvvet müessesesinin vazífelerini tekvînen ve teklîfen, ta‘bîr-i diğerle aklî ve naklî delîllerle îzáh ve isbât etmektedir.
Kezâ, bu eserimiz; Ma‘bûd, İlâh, Cemîl, Kâmil, Rab, Sultán, Vâhid, Samed, Ehad, Ganiyy, Meşhûr, Sáni‘, Mün‘ım, Hakîm, Ma‘rûf, Vedûd, Dárr ve Nâfi‘ gibi isimlerin ve bu isimlerin menba‘ları olan sıfatların nübüvvet müessesesini nasıl iktizá ve istilzâm ettiğini îzáh ve isbât etmektedir. Zîrâ, her bir isim ve sıfat-ı İlâhiyye birer hazîne hükmünde olduğundan, o sıfât-ı kemâliyye ve cemâliyye ile muttasıf olan Zât-ı Zü’l-Celâl, murâd etti ki, birer elçi ve muallim olan peygamberleri göndersin. Tâ ki, o esmâ ve sıfâtın ma‘nâlarını nev-ı beşere ta‘lîm etsinler. Böylece, o Hakîm-i Ezelî, onlar vâsıtasıyla, nev-ı beşerin yüzünü kesretten vahdete, şirkten tevhîde, táğúta kulluktan Ma‘bûd-i Hakíkí’ye kul olmaya, fânî álemden bâkí áleme çevirsin. Böylece, o Zât-ı Zü’l-Celâl’in hikmet-i hakíkıyyesi de tahakkuk etmiş olsun.
Evet, hikmet-i ezeliyye sáhibi Zât-ı Zü’l-Celâl’in, şu kâinâtı yaratmasında pek çok gáye ve makásıdı vardır. Bu gáye ve makásıdın en ehemmiyyetlisi iki noktadır:
Birincisi: Yarattığı her hárika masnûu ile, her biri birer hazîne hükmünde olan bin bir isim ve sıfatını tanıttırmak; mukábilinde nev-ı beşerden îmân istemektir.
İkincisi: Şu kâinât çarşısında sergilediği ni‘metleriyle de, bin bir isim ve sıfatıyla Kendisini sevdirmek; mukábilinde, nev-ı beşerden şükür ve ibâdet istemektir.
İşte bu iki ehemmiyyetli noktanın tahakkuku için peygamberleri göndermek, o hikmet-i ezeliyyenin muktezásıdır. Zîrâ, nev-ı beşerin, tek başına bu hakíkatleri çözmesi ve mûcibince amel etmesi mümkün değildir.
Bu yüksek vazífeyi bütün peygamberler içinde en mükemmel bir súrette îfâ eden, hîç şübhesiz Muhammed-i Arabî (asm)’dır. O hâlde, “Risâlet-i Muhammediyye (asm) olmasa idi, şu kâinât da olmazdı” denilebilir ve denilir ve öyledir.
Hem, muallimsiz bir kitâb, ma‘nâsız sahîfelerden ibâret olduğu gibi; şu haşmetli kitâb-ı kebîr-i kâinât da şâyet muallimsiz olsa, elbette ma‘nâsız sahîfelerden ibâret olur. Bütün ehl-i akıl ve naklin ittifâkı ile, şu kitâb-ı kebîr-i kâinât, elbette bir muallim, bir dellâl, bir rehber, bir vassáf, bir teşhîrci ister. İşte, mezkûr sıfatlarla muttasıf zevât-ı áliyye, hîç şübhesiz peygamberân-i izám ve onların reîsi olan Resûl-i Ekrem (asm)’dır.
Demek, şu muhteşem kâinâtı, çok ma‘nâları ifâde eden bir kitâb şeklinde yazan bir Kâtib-i Ezelî, elbette bilerek iş yapar. Mâdem bilir; elbette, başta nihâyetsiz ilim ve hikmet sıfatı olmak üzere, bütün isim ve sıfatlarının ma‘nâlarını ve neye delâlet ettiklerini ders vermek için, kendi katından elçileri ve muallimleri göndermesi; bütün esmâ ve sıfâtının, husúsan “Alîm” ve “Hakîm” isimlerinin muktezásıdır.
Mâdem bütün esmâ ve sıfât-ı İlâhiyye, nübüvvet müessesesini iktizá ve istilzâm eder. Öyle ise, bir peygamberi inkâr etmek, bütün esmâ ve sıfât-ı İlâhiyyeyi inkâr etmek ve bu esmâ ve sıfâta şerîk koşmak hükmüne geçer. İşte, Nisâ Sûresi’nin 151. âyet-i kerîmesi bunu sarâhaten ifâde eder.
Demek, nasıl ki Şems, ziyâ vermeksizin olmaz; öyle de, bütün esmâ ve sıfât-ı İlâhiyye de risâletsiz, bâ-husús Risâlet-i Muhammediyye (asm) olmaksızın olmaz. O hâlde, zerreden Arş’a kadar her şey, ma‘nen مُحَمَّدٌ رَسُولُ اللّٰهِ لَااِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُ diyerek bu kelime-i mübârekeyi söylüyorlar ve o zât-ı Ekrem (asm)’ın vazífesini tebrîk ediyorlar. Zîrâ, onun risâletiyle her şeyin ma‘nâsı ve hakíkati zuhûr etti. Öyleyse, biz de hakíkí ma‘nâda o kelime-i mübârekeyi kalb ile tasdîk edip, dil ile ikrâr etmek súretiyle kâmil bir îmânı elde edelim. Kur’ân’ın ta‘rîf ettiği şekilde şirkin bütün envâından kurtulalım. Böylece, selâmet-i kalb ile kabre girip saádet-i ebediyyeye ve rü’yet-i cemâlulláha nâil olalım.
Yâ Rab! Kusúrumuzu afv eyle. Bizi huzúruna kabûl eyle. Resûl-i Ekrem (asm) hürmetine maddî ve ma‘nevî sıkıntılanmızı bertaraf eyle. Kendine hakíkí kul, o zât-ı Ekrem (asm)’a da hakíkí ümmet eyle. Bizi o re’fetli nebînin şefâatine nâil buyurmak súretiyle bizden razı ol. Âmîn.
287 sayfa, şamua kâğıt, 13,5 x 19,5 cm ebadında, yaldızlı karton kapak. (Semendel Yayınları)