Muhammed Doğan (Molla Muhammed el-Kersî)
Risâle-i Nûr’u mütefekkirâne ve müdakkikáne okumaya çok ehemmiyyet veren Hulûsî Yahyagil’in bulunduğu bazı dersler, kasetlere kaydedildikten yıllar sonra kâğıda dökülerek kitap haline getirildi. 2005 yılında basılan ilk esere yeni ilâveler yapılarak kitap zenginleştirildi. Hacı Bey’in dersleri, Risale-i Nur’u daha iyi anlamayı kolaylaştırıyor.
بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ
اَلْحَمْدُ ِللهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ وَ الصَّلاَةُ وَ السَّلاَمُ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَعَلَى اۤلِهِ وَصَحْبِهِ اَجْمَعِينَ
Muhterem okuyucularımız,Tahşiye Yayınları olarak Kur’ân ve îmân hizmetinde bir ilke daha öncülük etmenin bahtiyârlığını yaşattığı için, Rabbimize sonsuz hamd ve şükrediyoruz. Bu ilk ile Kur’ân-ı Azímü’ş-şân’ın mühim bir tefsîri olan “Risâle-i Nûr Külliyyâtı”nın bir başka cebheden îzáhının örneklerini sunmaya çalışacağız. Bedîuzzamân Hazretlerinin ilk talebelerinden Emekli Albay Merhûm Hacı Hulûsí Bey’in “Risâle-i Nûr”ların anlaşılması ve anlatılması husúsunda ortaya koyduğu tarzın ses kaseti çözümü mahsúlleri, bu çalışmamızın temelini teşkîl edecektir. Ayrıca o zâtla ilgili ileriye yönelik çalışmalarımızda, yazılı olarak sorulan sorulara onun verdiği cevâblarla, merhûmun kendisiyle ilgili hátıralarına da yer vereceğiz inşâelláh. Hacı Hulûsí Bey’in yakınında olanlar ve derslerinde bulunanlar iyi bilirler ki; o zât-ı merhûm, “Risâle-i Nûr”u mütefekkirâne ve müdakkikáne okumaya çok ehemmiyyet verirdi. Bu eserleri berâberce okumaktan son derece haz duyar ve bunu etrâfındakilere nükteli ve samîmî ifâdeleriyle de hissettirirdi. Onun derslerinde bulunanlar, vaktin nasıl geçtiğini pek anlamazlardı. O zât-ı muhterem’in sohbetine bir gelen, bir daha kolay kolay bu sohbetlerden ayrılamazdı. Açıklamaları sırasında cemâatteki rehâveti dağıtmak için latífeler anlatır, cemâatin sevdiği ve kendisinin de yârânı olan kimselere iltifâtlarda buluNûrdu. Böylece rehâvet dağılır ve dikkatler tekrâr sohbet konusu üzerine toplanırdı. Hacı Hulûsí Bey, derslerinde yeri geldi mi bir hâdiseye atıfta bulunup bir nükteye temâs ederken; zihinlerde, “Konunun bu anlatılanlarla ne alâkası var?” gibi istifhâmlar belirmeye başlardı. Ancak, hemen arkasından öylesine ustalıkla taşı gediğine koyardı ki, anlatılan konu bir daha unutulmayacak şekilde zihinlere kazılırdı. O zât-ı muhterem, derslerine mutlaka “besmele, hamdele ve salvele” ile başlardı. Dersin başında Üstâd Bedîuzzamân Saíd Nûrsî Hazretleri’nin şu gelecek cümleleriyle takdîr buyurduğu salevât-ı şerîfeyi okurdu:“Yazdığın salevât-ı şerîfe ise, onun husúsunda bir şeye rastgelmedim. Fakat, ondaki letáfet ve nûrâniyyet gösteriyor ki; o onun hakkında zikredilen sevâba ve fazílete lâyıktır.”[1] Ders esnâsında Mushâf-ı Şerîf, Tefsîr, Hadîs ve Fıkıh kitâbı bulundurarak, duruma göre bir kaç âyet meâli ve tefsîri, hadîs meâli veyâ fıkıhtan bahisler okur veyâ okutur ve îzáhatta buluNûrdu. Derslerin başında ekseriyyetle hadîs okumasının sebebini ise, “Bu sâyede Resûl-i Ekrem (asm) başta olmak üzere enbiyâ ve mürselîn aleyhimüsselâm, sahâbe-i güzîn radıyelláhü anhüm, evliyâ ve asfiyâ kaddeselláhü esrârehüm’ün rûhâniyyetlerinin bu meclisten haberdâr ve feyze medâr olmalarını temennî etmek” şeklinde ifâde ederdi. Ekseriyyetle dersi, okuması düzgün olan birisine okutur; arada okuma hatáları olursa mutlaka düzeltir; hızlı bir şekilde okuyan kimseyi, “Kardeşim, herkes senin gibi zekî ve anlayışlı değildir. Benim gibi ihtiyârlar, gençler ve çocuklar da var. Hele bir anlayalım. Yavaş yavaş, kelime kelime oku” diye durdurur ve gerekli îzáhatı yapardı. Bu zâtla ilgili olarak yayınlayacağımız eserler, işte böyle bir anlayışın, böyle bir tarzın ve böyle bir metodun mahsúlüdür. Ancak, ne yazık ki, bu güzel derslerin birçoğunun ses ve not kaydı ya yapılmamış veyâ yapılanların birçoğu da kaybolup gitmiştir. Hacı Hulûsí Bey’in derslerindeki kasete alınan îzáhatını -konunun özüne dokunmadan- kitâb üslûbuna döktük. Ses kayıtlarının çoğu sağlıklı bir şekilde kasete alınmadığı için, anlaşılmayan yerleri kaydetmedik. Tekrârları, tek cümle hâlinde ifâde ettik. Konu ile ilgisi olmayan dinleyici müdâhaleleri ve mecbûren verilen cevâblar, çalışmalarımızda yer almamıştır. Bunlardan gerekli görülenler, başka çalışmalarımızda yer almak üzere muhâfaza altına alınmıştır. O günün aktüel konuları ile mahallî ta‘bîr ve hâdiselerin özüne dokunulmadan kitâb üslûbuna dökülmesinde a‘zamî gayret ve hassâsiyyet gösterilmiştir. Kasetten çözümünü yaptığımız derslerde bulunan zevâtın, o derste geçen ba‘zı cümleleri veyâ cümlenin bütününü bu kitâbta bulamazlarsa; bunun yukarıda zikredilen unsurlardan kaynaklandığını dikkate alarak bize ta‘n u töhmette bulunmayacaklarını ümîd ve temennî ederiz. Bu çalışmamızda âyet ve hadîs meâlleri ile “Risâle-i Nûr”dan okunan yerler “metin” başlığı altında yer almıştır. Hacı Hulûsí Bey’e áid ifâdeler de “îzáh” başlığı altında yer almıştır. Dolayısıyla, asıl olan metnin aynen muhâfazasına a‘zamî dikkat ve i‘tinâ gösterilmiştir. Bu arada, ellerinde Hacı Hulûsí Bey’le ilgili olarak ses ve görüntü kaseti, not, hátıra ve benzer dokümanlar bulunanların bunları bizlere ulaştırmaları, Kur’ân’a hizmet nâmına istirhâm oluNûr. Hatá ve noksánların en aza indirilmesi için, yazılı dokümanlar CD ve diskete kayıtlı olarak tarafımıza ulaştırılırsa, yayın husúsundaki zamân kaybı da en aza indirilmiş olacaktır. Hacı Hulûsí Bey’in “Risâle-i Nûr”daki yerine ve “Risâle-i Nûr” Müellifinin birinci muhátabı olduğuna dâir “Risâle-i Nûr”da geçen ba‘zı cümleleri zikrettikten sonra takdîmimizi bitirmek istiyoruz. Böylece, bu zâtın ders, mektûb, sohbet ve hátıralarının kitâblaştırılarak ilim dünyâsına kazandırılmasındaki niyyet ve gáyemize bir nebze ışık tutmak ve bu eserleri mütálea eden zevâtın, nasıl bir şahsıyyetin îzáhlarını okuduğuna dikkatleri çekmek arzûsundayız. Erbâbı tarafından bilindiği ve “Risâle-i Nûr”un pek çok yerinde ifâde edildiği gibi, başta “Mektûbât” isimli eser olmak üzere, bir çok eserler merhûm Hacı Hulûsí Bey’in sorularına cevâb olmak üzere kaleme alınmıştır. Hîç şübhesiz, Bedîuzzamân Hazretleri’nin pek çok talebesi ve hizmetkârı vardır. Bunlarla ilgili olarak Nûr Risâlelerinde pek çok ifâdeler, beyânlar ve iltifâtlar vardır. Elláh onların hepsinden râzı olsun. Ölenlere rahmet, hayâtta olanlara sıhhat, áfiyet, bereketli ve îmânlı uzun ömürler versin. Burada bahse konu Hacı Hulûsí Bey merhûm olduğu için, onunla ilgili olarak yüzlerce ifâdeden bir kaç tânesini burada zikredeceğiz:“Hulûsí Bey, benim ‘yegâne ma‘nevî evlâdım ve medâr-ı tesellîm ve hakíkí vârisim ve bir dehâ-yı nûrânî sáhibi olacağı muhtemel olan’ birâderzâdem Abdurrahmân’ın vefâtından sonra, Hulûsí aynen yerine geçip o merhûmdan beklediğim hizmeti, onun gibi îfâya başlamasıyla; ve ben onu görmeden epey zamân evvel Sözler’i yazarken, onun aynı vazífesiyle muvazzaf bir şahs-ı ma‘nevî bana muhátab olmuşcasına, ekseriyyet-i mutlaka ile temsîlâtım onun vazífesine ve mesleğine göre olmuştur. Demek oluyor ki, bu şahsı, Cenâb-ı Hak bana hizmet-i Kur’ân ve îmânda bir talebe, bir muín ta‘yîn etmiş. Ben de bilmeyerek onunla, onu görmeden evvel konuşuyormuşum, ders veriyormuşum.”[2]“Azîz âhiret kardeşim ve hizmet-i Kur’ân’da gayretli arkadaşım ve ders-i esrâr-ı îmânîde zekâvetli ve ferâsetli talebem. VE VEFÂTIMDAN SONRA SADÂKATLİ VÂRİSİM, BİRÂDERZÂDEM...”[3]“Benim vârisim olan sen!”[4]“Cemâata Sözler’i okumak zamânında, sendeki hissiyyât-ı áliyye ve fazla inkişâf ve fedâkârâne hamiyyet-i dîniyye galeyânının sırrı şudur ki: Velâyet-i kübrâ olan verâset-i nübüvvetteki makám-ı teblîğin envârı altına girdiğin içindir. O vakit sen, dellâl-ı Kur’ân Saíd’in vekîli, belki ma‘nen aynı hükmüne geçtiğin içindir.”[5]“İkinci ru’yân ise: Sana ve Müslümânlara büyük bir beşârettir. Ve sarıklılara ehemmiyyetli bir ıtâbdır. Onuncu safta iken imâmetin çok ma‘nidârdır. İnşâelláh, Cenâb-ı Hak seni, álî bir mertebe olan İmâmlık Mertebesine mazhar eder. Sizi yanımda hâzır edip, sizinle şimdilik bir kaç kelime konuşacağım.”[6]“Sizin gibi hakíkata yetişmiş ve hakíkattaki hakíkí tesellî ve esâslı sevinci bulmuş zâtlara, envâr-ı îmâniyyenin ve esrâr-ı Kur’âniyyenin neşirlerine karşı ehl-i dalâletin ve Şeytán’ların desâisle tehâcümünden neş’et eden müşkilât ve gam ve kedere karşı sabır ve metânet ve hüzün ve ‘Merâk etme!’ demeye ihtiyâc hissetmem.”[7]“Azîz kardeşim, çendân Abdülmecîd benim nesebî kardeşim ve yirmi sene talebemdir. Fakat, ne o, ve ne hîç birisi ‘BENİM HULÛSÍM’e yetişmiyor. O mektûblar -ekseriyyet-i mutlaka- senin nâmınla yazılmış ve sana gönderiliyor.”[8]“Bütün mektûblarımda ‘Azîz sıddîk kardaşlarım’ dediğim zamân, muhlis HULÛSÍ saff-ı evvel muhátabların içindedir.”[9]“Birden ânî bir nükte kalbe geldi. Kur’ân’a ve îmâna áid her şey kıymetlidir; záhiren ne kadar küçük olursa olsun, kıymetçe büyüktür. Evet, saádet-i ebediyyeye yardım eden, küçük değildir. Öyleyse, ‘Şu küçük bir nüktedir; şu îzáha ve ehemmiyyete değmez’ denilmez. Elbette şu çeşit mesâílde en birinci talebe ve muhátab olan ve nüket-i Kur’âniyyeyi takdîr eden İbrâhîm Hulûsí, o nükteyi işitmek ister. Öyleyse dinle…”[10]“Azîz, sıddîk, muhlis, hális kardeşim!Kardeşimiz Abdülmecîd’e ayrı mektûb yazmadığımın sebebi, size yazdığım mektûbları kâfî gördüğümdendir ki, Abdülmecîd, benim için Hulûsí’den sonra kıymetdâr bir kardeşim, bir talebemdir. Her sabâh-akşâm Hulûsí ile berâber, ba‘zan daha evvel duámda ismiyle hâzır oluyor. Size yazdığım mektûblardan, evvel Sabri, sonra Hakkı Efendi istifâde ediyorlar. Onlara da ayrı mektûb yazmıyorum. Cenâb-ı Hak seni onlara mübârek büyük bir kardeş yapmış. Sen benim yerime Abdülmecîd ile muhábere et, merâk etmesin, Hulûsí’den sonra onu düşünüyorum.BİRİNCİ SUÂLİNİZ: Cedlerinizden birisinin imzásı ‘es-Seyyid Muhammed’e dâir mahrem suâliniz var.Kardeşim, buna ilmî ve tahkíkí ve keşfî cevâb vermek elimde değil. Fakat, ben arkadaşlarıma derdim ki: ‘Hulûsí ne şimdiki Türklere ve ne de Kürdlere benzemiyor. Bunda başka bir hâsiyyet görüyorum.’ Arkadaşlarım da beni tasdîk ediyordular. دَادِ حَقْ رَا قَابِلِيَّتْ شَرْطْ نِيسْتْ sırrıyla,‘Hulûsí’de büyük bir asâlet tezáhürü bir dâd-ı Hak’dır’ derdik. Hem kat‘ıyyenbil ki; Resûl-i Ekremaleyhissalâtüvesselâmın iki âli var. Biri ‘nesebî âl’dir; biri de, ‘şahs-ı ma‘nevîsi ve nûrânîsinin risâlet noktasındaki âli’ var. Bu ikinci âlde kat‘ıyyensen dâhıl olmaklaberâber, birinci âlde dahi delîlsiz bir kanâatim var ki, ceddinin imzásı sebebsiz değildir.”[11] “Hulûsí ise, Şâh-ı Geylânî, İmâm-ı Rabbânî ve Şâh-ı Nakşibend gibi nice zevât-ı mübârekenin mâzíden şiddetle bastıkları adımlarının kuvvetiyle istikbâlde coşup fışkıracak olan menâbiu’l-envârı, mumáileyh ayrı bir meslek, bir meşrebde olduğu hâlde, her türlü vezáife tercîh ederek, ‘Dahílek yâ Dellâl-ı Kur’ân!’ nidâ-yi áşıkáne ve müştâkánesiyle dehálet etmesi; fevka’l-áde bir tefeyyüze mazhar olduğuna ve olacağına yegâne delîl ve hüccettir. Onun içindir ki, Risâletü’n-Nûr ve Mektûbâtü’n-Nûr’a birinci muhátablığı hakkıyla ihrâz etmiştir.”[12] Burada konu ile alâkalı nakil ve îzáhlarımızı bitirip merhûm Üstâdımız ve Hacı Hulûsí Bey’e Hálık-ı Rahîm’imizden rahmet, mağfiret ve rıdvân temennî ederken; yayınlamış olduğumuz bu ve müteákıb eserlerin hayırlara vesîle olmasını Rabbimizden niyâz eyleriz. Gayret bizden, tevfìk ise Elláhü Teálâ’dandır. Tahşiye Yayınları[1] Barla Lâhikası, s.250.[2] Barla Lâhikası, s.8.[3] Barla Lâhikası, s.271.[4] Mektûbât, s.20.[5] Barla Lâhikası, s.255.[6] Barla Lâhikası, s.378.[7] Barla Lâhikası, s.263.[8] Barla Lâhikası, s.321.[9] Barla Lâhikası, s.26.[10] Mektûbât, s.322.[11] Lem’alar, 9.Lem’a, s.76-77.[12] Barla Lâhikası, Tenvîr Neşriyât, s.198-199.