Bediüzzaman Said Nursî / Şerh: Molla Muhammed Ali Doğan
Zihinleri kurcalayan kader ve kaza meselelerinin izahı. Mu’tezile, Cebriye ve Ehl-i Sünnet mezheplerinin kadere bakışları. İnsanın cüz’î iradesi ile İlâhî iradenin mukayesesi. Hayrın ve şerrin yaratılmasında insanın rolü ve mes’uliyeti.
بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
اَلْحَمْدُ لِلَّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ وَ الصَّلاَةُ وَ السَّلاَمُ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَ عَلَى اۤلِهِ وَ صَحْبِهِ اَجْمَعِينَ
Ma‘lûm olsun ki; “kader” ile “cüz-i ihtiyârî” mes’elesi, Álem-i İslâm’da en ziyâde medâr-ı münâkaşa olmuş bir mes’ele-i îmâniyyedir. Bu husûsta “Cebriyye” ve “Mu‘tezile” denilen fırak-ı dálle ile, hak olan “Ehl-i Sünnet ve’l-Cemâat” fırkasının hulâsa-i beyânları şöyledir: Cebriyye Mezhebi: İnsânın, cüz-i ihtiyârîyle herhangi bir fiili tercîh etmesini inkâr ediyorlar. İnsânın kendi ef‘álinde muztar olduğunu söylüyorlar. Bunların mezhebinin lâzımı, Elláh’ın Hakîm ve Ádil olmamasıdır. Hâşâ! Bu durumda Elláh, sebebsiz yere insâna mükâfât veyâ cezâ vermesi lâzım gelir. Hâlbuki, Elláh, Hakîm’dir. Abes iş yapmaz. Ádil’dir. Sebebsiz kimseye mükâfât veyâ cezâ vermez. Mu‘tezile Mezhebi ise: “İnsân, kendi ef‘álinin Hálık’ıdır” diyorlar. Bunlar da, insânın ef‘ál-i ihtiyâriyyesinde Elláh’ın yaratmasını inkâr ediyorlar. Bu iki mezhebe mukábil, hak olan Ehl-i Sünnet ve’l-Cemâat fırkası ise; “Ef‘ál-i ihtiyâriyye-i insâniyyede, kat‘í olarak hem cüz’î irâdeye, hem de kadere berâber inanmak lâzımdır”diyorlar. İşte Müellif (ra), “Kader Risâlesi”nde, “Kader ile cüz-i ihtiyârî, nasıl tevfîk edilebilir? Ya‘nî, insânın işlediği hayır ve şer bütün fiillerinde kader ve cüz’î irâdeye berâber inanmak nasıl olur ve ikisi bir arada nasıl mütálea edilebilir?” diye vâkı‘ olan bir suâle, tam muknî cevâb vermekte ve Ehl-i Sünnet ve’l-Cemâat inancının doğru; fırak-ı dálle olan Cebriyye ve Mu‘tezile inancının ise yanlış olduğunu isbât etmektedir. Ya‘nî, hem kadere, hem de cüz’î irâdeye berâber inanmanın hak; yalnız kadere veyâ yalnız cüz’î irâdeye inanmanın ise bâtıl olduğunu îzáh ve isbât etmektedir. Müellif (ra), “Kader Risâlesi”nin “Birinci ve İkinci Mebhas”larında teklîfî kaderi, “Üçüncü Mebhas”da tekvînî kaderi, “Dördüncü Mebhas”da ise, belâ ve musíbetlerin gönderilmesi ile tekvînî kaderi; o belâ ve musíbetlerin sebebi ve menbaı, irâde-i şerriyye-i insâniyyeye dayandığı i‘tibârîyle de teklîfî kaderi isbât etmektedir. Bununla berâber, “Kader Risâlesi”nde teklîfî kader asıl, tekvînî kader ise tebeí olarak işlenmektedir. Demek “Kader Risâlesi”, fırak-ı dállenin bâtıl efkârını çürütmek ve Ehl-i Sünnet’in haklılığını ortaya koymak için yazılmıştır. Yoksa, doğrudan doğruya tevhîdin veyâ ilm-i İlâhî’nin isbâtı mes’elesi değildir. Her ne kadar asrımızda Cebriyye ve Mu‘tezile diye bir fırka görünmüyorsa da; insânların ağızlarından çıkan sözlerden kiminin Cebriyye, kiminin de Mu‘tezile görüşünü benimsediği anlaşılmaktadır. 1400 seneden beri ümmet, 73 fırkaya ayrılmıştır. Zamân süreci içinde bu fırkalar çeşitli isimler altında şekil değiştirmiş, günümüzde ise eski fırkalar yerine yeni fırkalar ortaya çıkmıştır. Meselâ; geçmişte ortaya çıkan “Cebriyye, Mu‘tezile, Mürcie, Müşebbihe” gibi ba‘zı fırak-ı dálle yerine, bu asırda Kur’ân ve Sünnetin ahkâmına tarafdâr olmayan yeni dalâlet fırkaları tebârüz etmiştir. Fırka-i dálle, fırka-i dálledir. Sâdece şekil değiştirmiştir. Eskide başka isimle, şimdi başka bir isimle olması durumu değiştirmez. Bu fırkaların nazar-ı i‘tibâre alınmaması lâzımdır. Ama, “Seninki sana, benimki bana!” deyip teblîğin terk edilmesi de uygun değildir. Belki, bürhânlı teblîğle bunların efkârını ibtál edip hakkı izhâr ederek, hakta ittifâka çağırmak lâzımdır. Ma‘lûm olduğu üzere; insânın ef‘ál-i ihtiyâriyyesine taalluk eden kadere îmân rüknünde üç mühim mes’ele vardır: Birincisi: Kader. İkincisi: Cüz-i ihtiyârî. Üçüncüsü: Cüz-i ihtiyârîden sudûr eden ef‘ál-i insâniyye. Bu üç mes’eleden birincisi olan “kader” mes’elesi, hem “26. Söz Kader Risâlesi” adlı eserde, hem de daha önce neşredilen “Kader Risâlesi ve Şerhi” adlı eserimizde gáyet mükemmel bir súrette îzáh edilmiştir. İkinci mes’ele olan “cüz-i ihtiyârî” ise, adı geçen eserlerde tam îzáh edilmemiştir. Üçüncü mes’ele olan cüz-i ihtiyâriyye-i insâniyyeden sudûr eden ef‘ál-i insâniyye ise, adı geçen eserlerde kısmen de olsa îzáh edilmiştir. Bu sebeble, bu son iki mes’eleyi, eserimizin bu baskısında biraz daha tafsílâtlı bir súrette tahlîl ve îzáh etmeye çalışacağız. Sa‘y ü gayret bizden, tevfîk Elláh’tandır.
181 sayfa, şamua kâğıt, 17 x 24 cm ebadında, lüks bez cilt. (Semendel Yayınları)